Cemil Kavukçu’nun “Dört Duvar Beş Pencere” si üzerinden
Türk Toplumu’nda Kara Sevda ve İçki İlişkisi
Divan edebiyatı eserlerinde sıkça imgelenen âşık-içki ilişkisi zaman içinde çok farklı bir
anlam kazanarak değişime uğramıştır. Divan edebiyatında ele alınan anlamıyla bugünkü
anlamı arasında çok büyük ve derin bir fark olan bu ilişkinin toplum açısından zararı ise
anlatılamayacak derecededir. Sevdiğine kavuşamayan delikanlı tiplemesi, Türk toplumunda
karşılaşılması çok güç olmamakla beraber, yazılan metinler, oynanan oyunlar ve filmlere konu
olmaktadır. Bu olayın büyük pişmanlıklara yol açtığı ise yine bu ele alınan eserlerde ve
günlük hayattaki örneklerde de acı bir şekilde gözlemlenmektedir.
Kara sevda ve içki öğelerinin iyi bir anlatımla işlendiği Cemil Kavukçu’nun “Dört
Duvar Beş Pencere” adlı hikâyesini kara sevdaya tutulmuş olan Tahsin’in maşukuna
kavuşamayınca kendini amansızca vurduğu içkiyle hayatını aşama aşama bitirmesi olayı
üzerinden okumak aslında Türk toplumunun verilen eserlerine dahi yansımış bu durumun ne
denli büyük yıkımlara yol açtığını görmemize ve anlamamıza yardım edebilir.
İçki’nin edebiyatımızda ki sürecine değinecek olursak aslında Divan edebiyatı şairleri
yaptıkları benzetmelerde içki meclislerini sohbet edilen, âşıkların mutluluğa erdiği bir yer
olarak betimlerler. Âşık içki meclisine gelir, saki ona mey sunar ve çoğu zaman aşığın dert
ortağı konumunda yer alır ve meyi içen âşık ise bu içkiyle mutluğa erişirdi. Divan şiirinde
anlatılan içki betimlemesinden kasıt aslında gönül sohbetleri olup gerçek manada bir içme
eylemi bulunmazdı. Bu duruma örnek olarak İbnü’l-Fariz’in “Kaside-i Hamriyye” adlı
eserinde yer alan şu beyiti tercüme ederek vermek gerekirse: “Daha üzüm yaratılmadan evvel
sevgilinin zikryle içki içerek sarhoş olduk.” (Saraç,2003: 451) Ancak divan edebiyatında ilahi
aşktan dolayı içilen içki günümüz edebiyatına gelindiğine ilahi aşkın beşeri aşka dönüşmesi
doğrultusunda bir yol izlediği için beşeri aşkların yüzünden içilen içkiler insanları mutluluğa
kısa bir süre eriştirir ancak daha sonrasında büyük felaketlere yol açar.
Edebiyatımız dışında filmlerimize de yansıyan bu durumun örneklerini 80’li, 90’lı
yıllarda ülkemizde popüler olan Yeşilçam Kuşağı filmlerinde çok acı bir şekilde görmekteyiz.
Sevgilisine kavuşamayan erkeklerin içkiyle tanışması çok kısa sürmekte olup daha sonra ise
huzur kavramını yitirmesinin, hayatının dağılmasının kaçınılmaz bir son olduğu yine bu
filmlerde ortaya serilmektedir.
¹ Saraç, M.A. Yekta. “Tasavvuf Edebiyatına Ait Temel Bir Metin ve Türk Edebiyatına
Yansımaları”. İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi XXX (İstanbul, 2003): 451
Edebiyatımızda divan edebiyatı ve öncesi de dâhil olmak üzere içki kavramı gönül
sohbetleri, ilahi aşkı arama ve ilahi aşka ulaşma yolunda ki bir araç olarak görülmüş ancak bu
güne gelindiğinde insanın düşünce ve gönül yapısının değişmesi takdir edilecek bir olay ki
edebiyatı da etkilemiştir. Edebiyatımızda gece hayatı, içki daha çok ön planda yer almaya
başlamış, divan edebiyatında ki ilahi aşktan dolayı olan sarhoşluk değişmeye başlamış ve
beşeri aşktan, dertten, kederden dolayı gerçek manada sarhoşluk ortaya çıkmıştır. Bu konuyu
Prof. Dr. M.A Yekta Saraç şöyle açıklamıştır:
“Tasavvufun semantik alanında içki kavramı içkiyi tatma (zevk), içme (şürb) ve ona
kanma (reyy) ile birlikte yer almaktadır. Bu kavramlarda da içki kavramında olduğu
gibi aynı nitelikte benzerlik ilgisi ile mana kaymaları olmuştur. Muhabbetin/aşkın
içkiye benzetildiğini söylemiştik. Bu bir teşbihtir. Teşbihin maksatlarından birisi de
burada olduğu gibi müşebbehin durumunun, mahiyetinin açığa kavuşturulması,
mücerred kavramların zihinlerde müşahhaslaştırılmasıdır. Bilinen içki nasıl sarhoşluk
verirse ilahi aşk/muhabbet de sekre yol açar. Dolayısıyla iki unsurun bir vasıfta
müşterekliği söz konusudur. “Mey-i aşk” gibi benzetmeye dayanan tamlamalarda içki
kendi hakiki/temel anlamını muhafaza etmektedir. Ama tamlamadaki muhabbet/ aşk
bu benzetme ile tahayyülde değil zihni planda değişime uğramış, farklı bir anlamda
algılanmaya başlanmıştır. Benzeyenin yani aşk’ın kaldırılması ile de içki’nin anlamı
farklılaşır.” (Saraç,2001: 140-141)
Buradan da çıkarabileceğimiz gibi ilk başlarda içkiye benzetilen gönül muhabbetleri
toplumsal yaşamın, fikir hayatının değişmesi ile birlikte edebiyatı da etkilemiş edebiyatımızda
zihni bir değişim gerçekleşmiştir. Çoğu makaleye, hikâyeye hatta filmlere dahi konu olan bu
olay Türk toplumunda göz ardı edilmekte olan bir sorun haline gelmiş ve sonuçları bariz
ortada olan bu olaylara karşı herhangi bir sağduyu oluşmamıştır.
Sonuç olarak toparlamak gerekirse, gerçek hayatta, edebi metinlerde ve filmlerden sayısız
örnek gösterebileceğimiz bu olay zaman içinde fikri bir aşınmaya uğramış yeni bir anlam
kazanmış ve toplum fertlerinde geri dönüşü çok zor bir pişmanlık uyandırmıştır. Öne
sürdüğümüz tez hikâyeden de bir örnekleyecek olursak şu cümleler bize bu durumu daha iyi
açıklayacaktır:
¹ Saraç, M.A. Yekta. “Tasavvuf Edebiyatına Ait Temel Bir Metin ve Türk Edebiyatına
Yansımaları”. İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi XXX (İstanbul, 2003): 451
“… Burada yenmez içilir.’ Ardından da burada içmiş ve burada bitmiş ‘müdavimleri’
sayıyor tek tek, hem de her birinin adını anladığında parmaklarını birer birer avucuna
kapatarak; ‘Selim,’ diyor gözünün birini kırparak, ‘ne oldu? Kirpi’ye, Baba Hakkı’ya
ne oldu? Hepsi taklaya geçtiler.’ Ağır Abi bunları söylerken kimseyi üzmek istemiyor
aslında; çünkü kendi de Tabut’un ‘müdavim’lerinden ve karaciğeri çoktan yeniçeri
kazanı gibi olmuş ve o da ağır ağır bitiyor. … Saydıkları en yakın masa arkadaşları.
Şimdi üçe indiler, yakında bitecekler.” (Kavukçu,2000: 28-29)
Aile kavgaları, nice güzel dostlukların yitip gitmesi, daha tazecik hayatların
kararmasının sebebini içki kelimesinin anlam değişimine uğramasına bağlayabilir miyiz
bilinemez ama toplumun geçirdiği fikri değişimler her zaman edebiyata konu olarak toplumu
daha derinden etkilediği görülmüştür. Ancak toplumumuz bu tehlikeyi önleyen olmakta
belirgin bir gayret sarf etmekte yeterli olamamıştır.
Taha Yasin Yetkin
Güzel yazı . Başarılarının devamını dilerim.
Sayın Taha Yasin Yetkin bey
kaleme almış olduğunuz bu yazı ile aziz milletimizin hamurunun mayasını ilahi aşk ile yoğurduğu Mevlana,Yunus Emre,gibi aşk önderlerinin torunlarının günümüzde ne hale geldiğini,çok güzel ifade etmişsiniz.
Lakin sizin gibi bu denli feraset sahibi genç yeteneklerin var olduğunu görmek bize istikbalimizin nasılda aydınlık olacağının badesini içirmeye başladı bile.
ne olursa olsun ilahi aşkın kesinlikle bitemeyeceğini bize hatırlattınız.
aslında bu yazıınız bir toplumun nasıl dirileceğinin projesidir. bu yazı tüm ümmet sathına yayılacak çok büyük bir tezdir.Sizi tebrik ediyorum.
işte geleceğimizin mevlanaları,işte yunuslar,işte,işte bektaşiler,işte hüdailer…